İçerikte Neler Var?

Paralel Evrende Betona Değil, Teknolojiye Yatırımı Yapan Türkiye Ne Durumda?

Yıllardır birçok toplantıda aynı şeyi konuşuruz. “Efendim, betona yapılan yatırım sanayiye, teknolojiye, ar-ge’ye yapılsaydı, ne cari açık derdimiz kalırdı, ne işsizlik, ne de enflasyon”. Haksız mıyız, haklı mıyız tartışılır. Zira, inşaat sektörünün dolaylı olarak yüzlerce sektörü etkilediği söylenir. Fakat yapılan bazı çalışmalara göre, Leontief’in girdi – çıktı analizi ve sektörlerin ileri ve geri bağlantı etkileri incelendiğinde; tarım, ulaşım, kişisel hizmet gibi sektörlerdeki canlanmanın diğer sektörlere etkisi çok daha yüksek seviyelerde.

Paralel Evrende Betona Değil, Teknolojiye Yatırım Yapan Türkiye Ne Durumda?

Çoklu Dünyalar Yorumu

Kuantum mekaniğinin yorumlarından biri olan Çoklu Dünyalar Yorumu, herkesin farklı bir senaryoda alternatif kararlarla eyleme geçtiği eşevresiz gerçeklik fikrini taşır. Buna göre her farklı kararla dallanan dünya, her olasılığın var olduğu sonsuz sayıda paralel dünyalar oluşturur.

İşte şimdi biz de Çoklu Dünyalar Yorumu ile 2008 yılına gideceğiz ve yapılmış tercihler yerine başka tercihler yapılsaydı, alternatifler ile nasıl bir yolculuğa çıkardık ve bugün ne durumda olurduk tespitini yapmaya çalışacağız.

Kemerleri bağlayın, yolculuk başlıyor…

ÖNEMLİ NOT: Aşağıdaki analiz ve yorumlar istatistik ve mühendislik metotları kullanılarak yapılmıştır ve tamamen hipotetiktir. “A yerine B tercih edilseydi C değil D olurdu” çıkarımları tümüyle varsayımsaldır. Elbette ki her tercihin doğuracağı alternatif etkileri net olarak ölçümlemek mümkün değildir. Bu yüzden tüm analizler “ceteris paribus” yani “diğer tüm değişkenler sabitken” yaklaşımıyla yapılmıştır.

Mortgage Krizi ve Parasal Genişleme

2008 yılında ABD, tarihinin en büyük finansal krizlerinden biri olan Mortgage Krizi ile karşı karşıya kalmıştı. FED finansal piyasaları canlandırmak amacıyla parasal genişleme yoluna gitmiş ve çöküşü önlemek için adeta piyasaya para akıtmaya başlamıştı.

2008 Aralık ayında başlayan ilk genişleme paketi (QE1) 2010 yılı ortalarına kadar sürmüştü. Bu süreçte toplam 1,3 Trilyon USD’lik hazine bonosu ve ipoteğe dayalı menkul kıymetler satın alınarak finans sistemlerine para pompalanmıştı.

Daha sonra 2010 Kasım – 2011 Haziran arasında süren ikinci genişlemede (QE2) toplam 600 Milyar USD, 2011 – 2013 arasında ise aylık 40 ile 85 Milyar USD arasında değişen alımlarla üçüncü genişleme (QE3) yaşanmıştı.

2013 Mayıs’ta FED Başkanı Ben Bernanke varlık alımlarının durdurulabileceğini söyledi. Böylece, yaklaşık 6 yıl içerisinde toplam 4,5 Trilyon USD civarında bir büyüklüğe ulaşmış bilançosuyla FED, 2013 Eylül ayından itibaren varlık alımlarını azaltmaya başladı.

Bolluk Bitiyor

Parasal genişlemedeki kısıntı, ABD’de faiz oranının yükselmesine, küresel piyasalarda paranın ve emtianın yeniden fiyatlanmasına ve paranın rotasının değişmesine neden olurken, bizim için ise yabancı fon girişlerinin azalması, döviz fiyatlarının ve borçlanma maliyetlerimizin artması anlamına geliyordu.

Kısaca geçtiğimiz senelerde ülkeye dolar giriyor, bozdurularak TL alınıyor ve karşılığında hisse senedi, DIBS veya özel sektör bono ve tahvilleri satın alınıyordu. Yani aslında bol para vardı. Hem şirketlerin hem de dolayısıyla hane halkının cepleri dolmuştu. Hatta hatırlayın, ünlü ekonomistler, iş insanları, gazeteciler reklamlara çıkıyorlar ve insanları alışveriş yapmaları için teşvik ediyorlardı. “Alın verin, ekonomiye can verin” kampanyasıyla tüketicilere adeta “çıkarın paraları, harcayın biraz” diye mesajlar veriliyordu. 2008’de kredi ve banka kartı ile harcama tutarı aylık ortalama 11 Milyar TL iken 2013 sonlarında 40 Milyar TL’ye yaklaşmıştı.

Şimdi ise tam tersi olacaktı. Çıkışlar olacak, hisse, DIBS veya özel sektör bono ve tahvilleri satılıp dolara geçildiği için dolar yükselecekti. Rüya bitiyordu ve artık uyanma vakti gelmişti. Fakat “akarken” ne kadar doldurmuştuk? Ülke ağzına kadar parayla dolduğunda bu paralarla ne yapılmıştı?

Paralar Nerede?

2008 sonunda şirketlerin kısa vadeli borçlarının toplamı 10 Milyar USD civarında iken bu rakam QE boyunca artmış ve 2014’te yaklaşık 50 Milyar USD’ye çıkmıştı. Uzun vadeli borçlarda da artış vardı. 2008 sonunda toplam 120 Milyar USD olan özel sektör uzun vadeli dış borçları 2014’te 170 Milyar USD’yi bulmuştu.

2008 krizinden önce %10’lara kadar çıkan USD kredi faizleri bu dönemde %3’ün bile altına düşmüştü. Dolayısıyla şirketlerin bu borçları kaldıraç olarak kullanmaları çok avantajlı görünüyordu.

Yabancı fon girişlerinde de ciddi artışlar yaşanırken hisse senetlerinde de durum çok farklı değildi. 2013 ortalarında borsadaki yabancı payı, bugünlerdeki durumun tam tersi olarak %70’lere yaklaşmıştı. Bugün ise borsadaki yabancı payı %40’ın altında.

Ticari kredilerde TL faiz oranları tek haneye düşmüş, yatırım için ortam muazzam hale gelmişti. İş insanlarının yatırımlarıyla beraber doğrudan yabancı yatırımlar da bu dönemde kelimenin tam anlamıyla coşmuştu. 2008 yılında yurt dışında yerleşik kişilerin Türkiye’deki doğrudan yatırımlarının toplam tutarı yaklaşık 75 Milyar USD iken 2014 yılında bu rakam 180 Milyar USD’ye yaklaşmıştı.

Yani işin özü FED’in 4,5 Trilyon USD’sinden biz de tıpkı diğer gelişmekte olan ülkeler gibi nasibimizi almıştık. Şimdi sorumuz şu:

Bu paralar nereye gitti? Özel sektörün bu kadar uygun faizlerle borçlandığı, yurtdışından fonların aktığı dönemde kasalara giren paralar nerede? Uluslararası rekabet gücümüzü ucuz emek olarak değil de katma değer olarak, teknoloji olarak, inovasyon olarak artıracak yatırımlar yapılmadı mı? Görünen o ki, pek öyle olmamış.

Girişimcilik, Teknoloji, İnovasyon ve Ar-Ge, İnşaata Karşı

Hazırsak çoklu dünyalar Türkiye alternatiflerine doğru yola çıkalım.

2010 yılına kadar Türkiye’nin inşaat sektörünün GSYH’ye oranı diğer gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının altındayken 2011 yılı itibariyle üzerine çıkmış. Burada hem Türkiye’nin inşaat harcamaları artmış hem de diğer ülkelerinki düşmüş.

Senaryomuza göre biz 2008 – 2012 arasında inşaat harcamalarımızı artırıyoruz fakat 2013’ten itibaren diğer gelişmekte olan ülkeler gibi inşaat harcamalarımızı GSYH’nin %7 – %8 civarlarına çekiyoruz. İşte bu senaryoya göre 4 yılda kümülatif 47 Milyar USD gibi bir fonumuz oluştu.

Paralel Evrende Betona Değil, Teknolojiye Yatırım Yapan Türkiye Ne Durumda?
kalkinma

Şimdi bu 47 Milyar USD’yi nerelerde kullanabiliriz bir bakalım.

Teknoloji ve ar-ge demişken, önce ar-ge harcamalarının GSYH’ye oranını bir inceleyelim. 2008 – 2017 OECD ortalaması %2,22’den %2,50’ye çıkarken, gelişmekte olan ülkelerde %1,01’den %1,55’e, Türkiye’de ise bu rakamların çok gerisinde olarak %0,69’dan %0,96’ya çıkmış.

Şimdi yine alternatif senaryomuza göre 2008 yılından itibaren gelişmekte olan ülkelerin yıllık ortalama ar-ge harcamalarının büyüme oranını alarak her yıl bulduğumuz bu oran kadar Türkiye’nin ar-ge harcamalarını artırabiliriz. Buna göre, yukarıdaki senaryo ile ayırdığımız 47 Milyar USD’nin 2009 – 2017 için planladığımız 6,79 Milyar USD ar-ge yatırımlarının 2013 sonrası dönemi için olan 5,61 Milyar USD’lik kısmını kullanmış olduk.

Paralel Evrende Betona Değil, Teknolojiye Yatırım Yapan Türkiye Ne Durumda?
kalkinma 2

Ar-ge harcamalarını artırmamızla beraber ihracatta yüksek teknoloji payının da artacağını öngördük. Bu yüzden diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin GSYH’deki ar-ge harcamaları ile ihracatta yüksek teknolojinin payı arasında bir korelasyon var mı diye incelemeye tâbi tuttuk. İncelememiz sonucunda korelasyon katsayısının r=0,82 çıktığını gördük ve “tamam, doğru yoldayız!” dedik.

Bunun üzerine ihracatta yüksek teknoloji payımızı tahmin etmek üzere literatür taraması yaptık. Bulduğumuz çalışmalardan aldığımız verilere göre her %0,1’lik ar-ge harcamasının artışı karşılığında %0,47 daha fazla yüksek teknoloji ihracatı yapabileceğimizi tespit ettik ve ar-ge yatırımında artış yaptığımız her yılın artış oranına denk gelen yükselişi bir sonraki yılın yüksek teknoloji ihracatına yansıttık.

Paralel Evrende Betona Değil, Teknolojiye Yatırım Yapan Türkiye Ne Durumda?
kalkinma 3

Bu durumda 8 yılda yaklaşık 12,3 Milyar USD’lik ihracat artışı yakalamış ve bunu da yüksek teknoloji ile yapmış olurduk. Tabii ki bunun dışsal etkileri de olacaktı. Yani, bir sektörde yaratılmış yeni bir teknoloji diğer sektörlere de yayılacak ve verimliliği artıracaktı. İşte bu durumda toplam katma değerin ne kadar olacağını kestirmek güç ama 10 Milyar USD’nin üzerinde olacağı kesin.

Sonuç

Bu yazıyı sadece bir şüphe üzerine hazırladım aslında. Geçtiğimiz hafta konut kredi faizlerinin düşürülmesi ile inşaat sektörüne yeni ve yine bir destek verilmiş oldu. Bu durum üzerine zaten bir süredir konuştuğumuz ve potansiyel yüksek teknoloji, katma değer, inovasyon ve ar-ge yatırımlarının konuta kaydığı, bunun da orta ve uzun vadede nasıl olumsuz sonuçlar doğurabileceği hipotezimizi kendi bakış açım ve mühendislik yaklaşımlarıyla değerlendirmek istedim. Belki yukarıdaki tespitler ekonometri dalında çalışan profesyonel ve akademisyenleri kızdırabilir ve bana “kendi alanında kal, bu işler öyle basit değil” diyebilirler. Haklılar da. Kesinlikle bu işler öyle basit değil. Eskiden koskoca Devlet Planlama Teşkilatı’nda binlerce mühendis, ekonomist ya da diğer profesyoneller benim yaptığım bu son derece basit ve amatör çıkarımların çok daha kapsamlılarını yapmak için istihdam ediliyordu. Ne yazık ki bugün DPT yok. Tabii ki devleti yönetenler ikame kuruluşlarla bu makro planlamaları yapıyorlardır. Fakat görünen o ki, bu makro planlamalar, en azından beni ve çevremi, çocuklarımızın ve ülkemizin istikbali açısından tam olarak tatmin etmiyor.

Sevgiler

Engin Alemdar

Kaynaklar:

  1. Impact of R&D and Innovation on High-tech Export, Sandu S., Bogdan C.
  2. Economic Sector Performance and Growth: Contemporary Approaches in the Context of Sustainable Development, Lankauskienė T., Tvaronavičienė M.
  3. EXPORT DIVERSIFICATION AND ECONOMIC GROWTH IN TRANSITION: LESSONS FROM THE 2008 FINANCIAL CRISIS IN CEE, Lach L., Gurgul H.
  4. Türkiye’de Ekonomik Göstergeler ve Para Arzının Bireysel Kredi Kartı Kullanımına Etkileri, Göv A., Salihoğlu E.
  5. Yüksek Teknoloji İçeren Ürün İhracatının İhracat Hacmi ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi; Seçilmiş OECD Ülkeleri ve Türkiye Örneği, Konak A.
  6. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi
  7. Merkezi Kayıt Kuruluşu, Veri Analiz Platformu
  8. The World Bank
  9. OECD Library
  10. The United Nations Economic Commission for Europe (UNECE) 
  11. Central and Eastern European Online Library
  12. Trading Economics
0 Yorum

Opinyuya yorum yapın

www.opinyu.com'da yer alan her türlü içeriğin tüm telif hakları Opinyu'ya aittir. www.opinyu.com sitesinde yer alan bütün yazılar, materyaller, resimler, ses dosyaları, animasyonlar, videolar, dizayn, tasarım ve düzenlemelerimizin telif hakları 5846 numaralı yasa telif hakları korunmaktadır. Bunlar opinyu.com’un yazılı izni olmaksızın ticari olarak herhangi bir şekilde kopyalanamaz, dağıtılamaz, değiştirilemez, yayınlanamaz. İzinsiz ve kaynak belirtilmeksizin kopyalama ve kullanımı yapılamaz. www.opinyu.com'daki harici linkler ayrı bir sayfada açılır. Yayınlanan yazı ve yorumlardan yazarları sorumludur. Opinyu hiçbir bildirim yapmadan, herhangi bir zamanda değişikliğe gidebilir. 

Opinyu bu sitedeki bilgilerden kaynaklı hataların hiçbirinden sorumlu değildir. Opinistlerin (Yazarların) İçeriklerindeki Sorumluluk Kendilerine Aittir. İçerikler kesinlikle tavsiye içermemektedir. İçeriklerden edindiğiniz bilgileri uzman kişilere danışmadan uygulamanız zararlı sonuçlar doğurabilir. Bu sonuçlardan Opinyu ya da Yazar asla sorumlu tutulamaz. 

©2024 opinyu.com

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account