İçerikte Neler Var?
Fotoğraflarla 18 Mart Çanakkale Zaferimiz
20. Alay 6. Bölük Komutanı, Subay Adayı Hasnun Galip… Seddülbahir’de şehit…
Alfred Mac Murthy… 8 Aralık’ta Arıburnu’nda öldü.
Er Recep Oğlu Mehmet… Balkan Savaşı’ndaki kıyafetiyle Anafartalar’da şehit…
36. Alay 2. Takım Komutanı Binbaşı Mehmet… Anafartalar’da şehit
William Murry 16 Ağustos’ta öldü…
Niçin?
1 ağustos 1914’te Almanya’nın Rusya’ya savaş ilanı ile dünya büyük bir ateşin kucağına atılıyordu. Artık önemli olan tek şey askeri planlardı. Savaş kısa sürede başta Avrupa olmak üzere bütün dünyaya yayılıyor, herkes bu kanlı mücadelede yerini alıyordu. Osmanlı, Almanya’nın yanında savaşa girmiş ve birdenbire ateş çemberinin ortasında kalmıştı. Kafkasya’dan Arap Çölleri’ne kadar uzanan cephede Osmanlı can pazarındaydı.
Güneyde Arapların ihanetine uğranılacak, doğuda Sarıkamış faciası yaşanacaktı. Düşmana değil, soğuğa 90 bin şehit verilecekti.
1914 yılı sonlarında Müttefikler Almanya’yı kıskaca almak için yeni cepheler açma hazırlığı yapıyorlardı. Böyle bir ortamda Rus Orduları Komutanı Grandük Nikola’dan Londra’ya bir mesaj gitti. Bu mesajda Türklerin Kafkasya’dan asker çekmelerini sağlayacak biçimde bir kara ya da deniz harekatı yapmaları isteniyordu. Çanakkale dramı böyle başladı.
2 Ocak 1915’te Churchill, Savaş Bakanı Kitchener’a böyle bir harekat için en uygun yerin Çanakkale olduğunu bildiriyordu.
Churchill, ‘barış sağlamak için Çanakkale Boğazı’nı zorlayıp, Konstantinopol’e el koymamız lazım’ diyordu. Hedef İstanbuldu…
Savaş salgın gibiydi ve hemen hemen bütün dünyayı sarmıştı. Açılan her yeni cephe, yeni insan gücü ve yeni teknik donanım gerektiriyordu. İngilizler bu ihtiyacı karşılamak üzere gönüllü asker alma kampanyaları düzenliyordu. Hatta Savaş Bakanı Kitchener’ın da yer aldığı ‘ülkenin sana ihtiyacı var’ afişi sokakları süslüyordu. Bunun yanında Müttefikler, ölüm makinasının insan ihtiyacını daha çok sömürge ülkelerden temin etme yoluna gidiyorlardı. Avusturalya ve Yeni Zelanda’da gençler silah altına alınıyordu. Aynı dönemde Türkiye’de de gençler askere alınıyordu.
Kader bu askerleri 8 ay sonra Çanakkale’de karşı karşıya getirecekti. Çoğu, tekdüze hayatlarında bir değişiklik olsun, yeni yerler görelim, macera yaşayalım diye gönüllü yazılmışlardı. Askerler törenle uğurlanıyor, zafer şarkıları söyleniyordu. Anneler babalar oğullarını düğüne gönderir gibi rahattı. ‘Avusturalya orda olacak’ marşıyla ölüm yolculuğuna çıkıyorlardı. Nereye olduğunu bile bilmeden.
Osmanlı Hükümeti, savaşa girmesiyle birlikte genel seferberlik ilan etti. Şeyhülislam da hazırladığı fetva ile cihat çağrısı yaptı. Büyük bir çoşkuyla kurbanlar kesildi, dualar edildi. Müttefiklerin Çanakkale’ye gönderdikleri donanma, o güne kadar Akdeniz’in gördüğü en büyük deniz gücüydü. Öyle ki, Türk toplarının menziline bile girmeden, Türk mevziilerini ateşe tutabileceklerdi. 19 Şubat 1915 günü taarruz başladı. Amiral Carden’in komutasındaki Müttefik güçlerinin top ateşi gün boyu devam etti. Türk mevziileri yoğun ateşten toz duman içerisinde görünmez haldeydi. Türk askerinin, düşmanın menzile girmesini beklemekten başka yapabileceği fazla bir şey yoktu.
Nihayet, Mehmetçik’in beklediği an gelmişti. İki Fransız zırhlısı menzil içine girmişti. Dördüncü gülle, can alıcı yere ulaşmıştı. Zırhlılardan biri isabet almış ve hemen menzil dışına kaçmıştı. Orhaniye Tabyamızın menzili içine giren Agamemnon gemisi de isabet almış, hasara uğramıştı. 8 saat süren saldırı sonrasında düşman filosu Boğaz önünden uzaklaşmıştı.
Dramatik bir savaştır Çanakkale. Bir yanda en modern silahlarla müttefikler, diğer yanda ilkel derme çatma silahlarla biz.
Dünyanın en büyük deniz gücüne karşı bizim 151 adet eski topumuz vardı. Bunlar da değişik büyüklük, değişik ateşleme düzenekleri ve değişik menzilleri yüzünden uyumlu olarak kullanılamıyordu. Birinin mermisini diğerinde değerlendirmek mümkün değildi.
Savaş sadece cephede değildi. Cephede Mehmetler; köyünde analar babalar… Giyeceğinden yiyeceğine malzeme toplanıyor, kıt imkanlarla taşınıyordu. Gencinden ihtiyarına gönüllüler toplanıyor, Çanakkale’ye gönderiliyordu.
14 günde İstanbul’a ulaşacağını uman düşman, deniz savaşından beklediği sonucu alamayınca ümitsizliğe kapılıyordu. Donanma Komutanı Amiral Carden görevden alınıp, yerine Amiral De Robeck getiriliyordu. Kesin bir sonuç almayı amaçlayan büyük saldırının günü 17 Mart olarak tespit edilmişti. Fakat deniz dalgalı olduğundan, saldırı 18 Mart gününe ertelendi.
Küçücük bir tekne olan Nusret Mayın Gemisi, 17 Mart’ı 18 Mart’a bağlayan gece, adeta Birinci Dünya Savaşı’nın ve dünya tarihinin gidişatını değiştiren bir faaliyette bulundu.
Nusret Mayın Gemisi, Yüzbaşı Hakkı Bey’in komutasında gece hareket etti. Karadeniz Boğazı önlerinde Rusların döktüğü mayınlardan toplanan 20 mayınla Erenköy önlerine geldi. Mayın Uzmanı Nazmi Bey, kıyıya paralel olarak bu mayınları yerleştirdi.
Ve 18 Mart…
Türk tabyaları her zamanki gibi sakindi. Mehmetçik günlerdir ateş kusan düşman gemilerinin gelmesini sabır ve inançla bekliyordu. Kader ağlarını örüyordu. Dehşet ve kanla…
Amiral De Robeck donanmayı üçe ayırmıştı. İlk grupta ingiliz donanmasının en güçlü 4 gemisi vardı: Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible. Bunlara iki de kruvazör eşlik ediyordu: Triumph ve Prince George. İkinci grupta Fransız filosu yer alıyordu: Gaulois, Charlemagne, Bouveit, Suffren. Üçüncü grupsa Boğazın dışında emir bekleyecekti. Plana göre, Türk mevzileri susturulacak, mayınlanmış bölge temizlenerek donanma Marmara’ya açılacaktı. Queen Elizabeth, Çanakkale tabyalarını; Inflexible, Agamemnon ve Lord Nelson ise Kilitbayır’daki tabyalarımızı öğleye kadar topa tuttular. Topçularımızın ateşi ise menzil yetersizliğinden etkili olamıyordu. Öğleye doğru Fransız filosu kıyıya yaklaşarak ateşe katıldı. Amaç, Türk mevzilerine daha yakından ateş etmek ve öldürücü darbeyi vurmaktı. İşte Mehmetçik’in beklediği an gelmişti. Düşman kıyıya yaklaşmış, mevziye girmişti. Deniz allak bullaktı. Öyle ki, kıyıdan açılan ateşle denizde su sütunları havaya fışkırıyor, gemiler fışkıran dev sütunların arkasında kayboluyordu. Bu karşılıklı top ateşi akşama kadar sürmüştü. 18 Mart akşamı Amiral De Robeck’in 9 gemisinden 3’ü batmış 3’ü saf dışı edilmişti.
Türk mevzileri susturulamamıştı. Çanakkale Boğazı ise hala mayınlıydı. Düşman, hedeflerinin hiçbirine ulaşamamıştı.