İçerikte Neler Var?
Pabucu Dama Atılan Sektör: Tekstil
Yüzyıllar boyunca Anadolu topraklarında lider sektör olan, İzmir İktisat Kongresi’nde ve Sanayi Planları’nda önemle altı çizilen tekstil sektörü, son yıllarda yaşadığı nitelikli çalışan sıkıntıları ve çağın teknoloji şirketlerinin cazibeleri nedeniyle oldukça gözden düştü. Halbuki 2021 yılında Tekstil ve Hammaddeleri, Deri ve Deri Mamülleri, Halı ve Hazır Giyim ve Konfeksiyon sektörlerini bir şemsiye altında topladığımızda 35 Milyar USD’den fazla ihracat karşısında 12 Milyar USD ithalat ile yaklaşık 23 Milyar USD dış ticaret fazlası veren sektör ülke ekonomisinde önemli bir rol oynamaktadır.
Tarihsel süreci de inceleyerek, sebep ve sonuçlarıyla, sektörün gözden düşme nedenlerine bakalım.
Sanayi Devrimleri
18. ve 19. yüzyıllarda, yeni buluşların ve özellikle buhar gücüyle çalışan makinelerin de etkisiyle, Avrupa’da birinci sanayi devrimi yaşandı. Bu devrim, tarihsel süreçte her ne kadar buhar makineleriyle ilişkilendirilse de, arkasında birçok toplumsal olay ve nedenler de vardı. Özellikle, artan talebin çok daha hızlı, ucuz ve verimli bir şekilde karşılanabiliyor olması, insanların tüketim alışkanlıklarını da değiştirdi. Bu değişim karşısında güçlenen sermaye, küçük atölye ve imalathaneleri büyük fabrikalara çevirdi. Makinelerin, hızla insan gücünün yerini almaları, işçi ayaklanmalarına ve diğer toplumsal olaylara neden oldu. Ludizm adı verilen ve bazı bölgelerde, cezasının ölüm olmasına rağmen, tekstil işçilerinin dokuma tezgahlarını kırmaları ile başlayan bu ‘protesto’ şekli, ‘makine düşmanlığı’ ya da ‘makine kırıcılık’ akımlarıyla 1840 – 1848 yılları arasında birinci sanayi devrimini sekteye uğrattı.
İngiltere merkezli başlayan birinci sanayi devrimini, bu sefer Almanya ve ABD’de başlayan ikinci sanayi devrimi izledi. Buharlı makineler yerini elektrikli motorlara bıraktı. Telefon, telgraf gibi iletişim araçlarının da sanayinin gelişmesine büyük katkıları olurken artan kapasite sayesinde üretimde stok kavramı da ilk kez kullanılmaya başlandı. Her ne kadar 1929’da yaşanan ‘Büyük Buhran’da sanayide büyük kayıplar yaşanmış olsa da, 1960’lara kadar süren bu dönem, Henry Ford’un seri üretim hatları kurması, Taylorizm, Fordizm gibi üretim ve yönetim akımlarının doğmasına da neden oldu. Üretimde kafa ve kol gücünün birbirinden ayrılması olarak tanımlanabilecek Taylorizm, tarihteki ilk ‘beyaz yakalıları’ ortaya çıkardı.
1960’lardan başlayarak, üretimde elektronik kartların ve yazılımların kullanılması, dijitalleşmenin ilk adımları olurken; artan verimliliğin arz problemlerini ortadan kaldırması da yeni pazarların keşfine neden oldu.
Post Fordizm dönem yani 1970’ler ve özellikle 1990’lara gelindiğinde ise artık üçüncü sanayi devrimi ortaya çıktı. Bu dönemde ilk endüstriyel robotlar görülmeye başladı ve teknoloji hızla üretime entegre oldu. Böylece artık, mekanik ve elektronik üretim araçları yerlerini dijital teknolojilere bırakmış oldu. Üretim geçmişe nazaran o kadar verimli bir durumdaydı ki, gelişmiş pazarlardaki talep, mevcut üretim hatlarının kapasitelerini karşılayamıyordu. Yeni pazarlar sadece keşfedilmiyor aynı zamanda bu pazarlara üretim yatırımları da yapılıyordu.
2011 yılından itibaren ise dördüncü sanayi devrimini tecrübe ediyoruz. Her ne kadar üzerinde mutabakata varılmamış konuların başında bu sürecin bir devrim mi yoksa üçüncü sanayi devriminin devamı niteliğinde olan bir süreç mi olduğu gelse de, bugün işletmeler; üretim, kalite, kapasite, işgücü vb gibi problemlerle değil, otonom üretim yapıları, karanlık fabrikalar gibi endüstriyel gelişmelerle ilgileniyorlar.
Tekstil Bu Sürecin Neresinde?
Yukarıda da belirttiğim gibi sanayi devrimi İngiltere’de başlamıştı ve o yıllarda tekstil endüstrisi İngiltere için oldukça önemliydi. Kolonilerinden altın, şeker, tütün gibi emtiaların yanı sıra pamuk ve ipek de tedarik ediyor ve karşılığında da tekstil ve metal eşyalar gibi ürünler veriyorlardı. Kendi nüfusu ile birlikte kolonilerin de nüfusu hızla artmaya başlayınca, ev veya küçük atölyelerde gerçekleştirilen geleneksel üretim modeli talebi karşılayamamaya başladı. Çünkü bu üretim modelinde iplikler, ev ya da atölyelere teslim edilir ve kumaş olarak geri alınırdı. Bu durum, üretim yapan kişilerin kendi planlamalarını yapmalarına imkan veriyordu ve dolayısıyla üretim verimliliği oldukça düşüktü.
Nüfus artışıyla patlayan talep ve bu talebin üstesinden gelemeyen İngiltere tekstil endüstrisi, verimliliği artırmak için arayışlara girdi. Hargreaves ve Arkwright’ın iplik eğirme makineleri bu dönemde icat edildi ve tekstil ile birlikte tüm endüstriler için ilk fabrikalaşma adımları atılmış oldu.
Samuel Slater ile birlikte İngiltere tekstil endüstrisindeki tecrübe, bilgi ve ‘teknoloji’ ABD’ye gitmiş oldu ve İngiltere ile birlikte ABD de tekstil endüstrisinde söz sahibi oldu. Özellikle Eli Whitney’in çırçır makinesi, ABD’nin 50 kat daha hızlı bir şekilde pamuk ipliği üretmesini sağlarken, tekstil sanayisinin de ABD’de tam anlamıyla bir verimlilik canavarı sektör haline gelmesine neden oldu. Kârlılık ve talep ile ilgili hiçbir sorun yaşamayan sektörün yatırımcıları için altın bir dönem başladı. Bugün özellikle İngiltere ve ABD’deki birçok şirketin, atalarının geçmişlerinde elde ettiği fahiş kârların etkisinin olduğu da bir gerçektir.
Tekstil ve Türkiye
Osmanlı Dönemi
Çin’den başlayıp Avrupa içlerine kadar ilerleyen İpek Yolu’nun çok önemli bir noktasında bulunan Anadolu, uzun yıllar boyunca Avrupa’nın tekstil tedarikçisi olmuştu. Fakat daha sonra, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar adlı kitabında da bahsettiği ve özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda Anadolu’dan Avrupa’ya yapılan pamuklu dokuma ihracatları, Avrupa’daki sanayi devriminden nasibini alamayan Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum ve endüstrinin makineleşmesi sonucu azalmaya başlamıştı.
Bir de bu dönemde Fransa, İngiltere, Hollanda, Ceneviz ve Venedik’e sağlanan kapitülasyonlar, yerli sanayinin gelişmesini önlüyor ve Osmanlı Devleti, kendi eyaletleri arasında dolaşan mallardan bile % 12 ile % 50 arasında vergi alırken, ülke dışından gelen mallara sadece yüzde üç oranında gümrük vergisi uygulayabiliyordu.
Cumhuriyet Dönemi
Osmanlı’dan sanayi anlamında problemli bir miras devralan Türkiye Cumhuriyeti, sanayiyi kalkınmanın önemli bir aracı olarak görüyordu. İzmir İktisat Kongresi‘nde sanayinin önemi vurgulanırken, özellikle tekstil sektörünün altı çiziliyordu. Bu Kongre’de alınan kararlar Türk tekstil sektörünün uzun yıllar boyunca altın dönem yaşamasına ve Cumhuriyet’in de kalkınmasına neden olmuştu.
Teşviki Sanayi Kanunuyla birlikte tesisler yenilenmeye ve kapasiteler artırılmaya başlanmıştı. Aynı Kanun ile birlikte yabancı yatırımcıların da teşvik edilmesi, 13 yeni fabrikanın kurulmasına vesile olmuştu.
Sümerbank
1933 yılında, I. Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında kurulan Sümerbank, yerli girişimcilere destek olmuş ve 1938’de çıkan İktisadi Devlet Teşekkülleri Kuruluş Yasası ile, üretim birimleri kurmaya, devralmaya ve işletmeye başlamıştı. O dönem Sümerbank’ın yatırımlarının %40’ına yakın bir kısmı tekstil sanayisine yapılmıştı. Malatya Bez Ve İplik Sanayi, Nazilli Basma Sanayi, Ereğli Pamuklu Sanayi ve Kayseri Pamuklu Mensucat, bu dönem içerisinde Sümerbank’a bağlı üretim birimlerinden en önemlileriydi.
Özel Sektör
1950’lerden itibaren, verilen teşviklerin de etkisiyle, Türkiye’de özel sektör tekstil yatırım ve üretimleri Sümerbank’ı geçmişti. Marshall yardımları ile özellikle tarım alanında büyük gelişmeler yaşanması, Ege ve Çukurova bölgelerinde pamuk ipliği tesislerinin sayısını artırmış ve tekstil sanayisi hammadde sıkıntılarını da neredeyse gidermişti.
I. ve II. Sanayi Planı dönemlerinde verilen teşviklerle tekstil endüstrisi yatırımları artmış ve büyük çaplı tesisler kurulmuştu. Daha sonra, III. ve IV. plan dönemlerinde suni, sentetik dokumanın yanı sıra, halı ve ipek dokumacılığı, nihai mal üretimi kapsamında özendirilmiş ve sektör büyük bir ivme kazanmıştı.
1925’te tekstil ithalatı, ihracatın neredeyse 4 katı iken, planlı dönemler ve doğru teşvik uygulamaları sayesinde 1980’lerde yaşanan ihracat patlamalarıyla birlikte ihracat ithalatın 5 katı büyüklüğe ulaşmıştı.
2000 Sonrası
Dijitalleşme, sanayi ve kalkınma politikalarını derinden etkilemişti. Artık, ülkelerin ihracat ve üretim performansları, nicelik ile beraber niteliği ile de ölçülüyordu. Gelişmiş ülkelerde, sermaye birikimleri ve uzun dönemli stratejiler sayesinde, birçok teknoloji şirketi global başarılara imzalar atıyor ve firma değerleri, koskoca ülkelerin tüm şirketlerinin değerini geçmeye başlıyordu.
80 ve 90’larda parlayan Tekstil Mühendisliği bölümleri yavaş yavaş cazibesini yitiriyor, bunun yerine adını yeni duymaya başladığımız mühendislik bilimleri tercih ediliyordu. Hem iletişim imkanlarının artması nedeniyle, gelişmiş ülkelerdeki tekno şirketlerden haberdar olunması, hem de bu tekno şirketlerin yarattıkları değer açısından strateji belirleyicilerin odağına girmesi sebepleriyle tekstil sektörü kan kaybetmeye başlıyordu.
Yeni fabrikalar kurulması, verimlilik ve kapasitelerin artırılması gerekirken, sektörün kendi ‘evlatları’ olan iş insanları, sektörden elde ettikleri maddi kazanımları başka alanlara yöneltiyordu. Aynı dönemde Avrupa’da kurulan büyük zincir mağazalar globalleşiyor ve Türkiye ile birlikte alternatif tedarikçiler üretmeye gayret ediyorlardı. Mısır, Bangladeş, Endonezya, Tayvan gibi ülkelerde hem teşvikler hem de emeğin görece daha ucuz olması dokuma sanayi yatırımlarını artırıyordu.
Günümüz
1980 ve 90’larda altın dönemini yaşayan tekstil sanayisi, hem yanlış stratejiler hem de olumsuzlaştırılan imajı nedeniyle bugün üvey sektör muamelesi görmeye başladı. Üniversitelerin Tekstil Mühendisliği bölümleri ya kapanıyor ya da kontenjanlarını dolduramıyorlar. Sadece mühendislik fakülteleri değil meslek yüksek okullarının tekstil bölümleri de rağbet görmüyor ve sektör ciddi bir istihdam sorunu ile karşı karşıya kalmış durumda. Bursa, Denizli, Gaziantep, Adana gibi şehirlerde yapılan tekstil sektörü organizasyonları, sektörün imajını tekrar güçlendirmeye çalışsa da, sanırım ne toplumsal ne de yönetimsel olarak karşılığını bulamıyor.
Hazır giyim ve deri sektörü ile birlikte ele alındığında, Türkiye ihracatının neredeyse 4’te 1’ini gerçekleştiren sektörlerin kaybedilmemesi gerekiyor. İşletmelere modernizasyon, dijitalleşme, toplam kalite, pazarlama vb gibi sıralı eğitimlerin zorunlu olarak verilmesi, meslek liseleri, yüksek okullar ve üniversitelerde tekstil ile ilgili bölümlerin cazibesinin artırılması gibi önlemlerle sektöre gereken destekler verilmeli ve yüzyıllar boyuna elde edilen bilgi ve tecrübe ülke ekonomisine katkı olarak kullanılmalıdır.
Sektörler sınıflara ayrılmalı ve tekstil gibi sektörlerin kurumlar vergilerinden yeni nesil girişimlere fonlar aktarılmalıdır. Bu sayede hem geleneksel sektörler yeni nesil sektörlere yatırım yapabilecek hem de fon ihtiyacı olan girişimler fona daha kolay ulaşabileceklerdir. Yıllarca aynı sektörde çalışmış, bilgi ve tecrübe biriktirmiş bir iş insanının geceden sabaha sektör değiştirmesini beklemek büyük bir yanılgıdır. Engin Alemdar
[…] edilmesi ve bu endüstriler üzerine stratejiler inşa edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Pabucu Dama Atılan Sektör: Tekstil yazımda da belirttiğim gibi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında doğru kurgulanmış bir […]