İçerikte Neler Var?
Ukrayna Savaşında Durduğumuz Noktayı Sorgulama Cesaretini Gösterebilmek
Ukrayna savaşı ile ilgili kamuoyundaki yaklaşımlara, değerlendirmelere ve öne çıkan hassasiyetlere göz attığınızda, genellikle bir bölünme gözlemlemek mümkün. Kimi Ukrayna’nın Rusya’ya karşı direnişinden romantik derecede bir kahramanlık hikayesi çıkartmaya çalışıyor, kimi ise Putin’in ‘şeytan’ Batı’ya karşı bir savaş yürüttüğü savını dillendirerek, Rusya’yı haklı göstermeye uğraşıyor. Bu iki yaklaşım da özünde temelsiz, fazla hikâyeye dayalı. Aynı zamanda savaşın nedenlerini ve gidişatını anlamaya çalışanların birtakım gerçekleri görmelerine önemli ölçüde engel oluyor.[1]
ABD Başkanı Joe Biden son Polonya ziyaretinde, hepimizin duymaya alışkın olduğu klişeleşmiş sözleri kullanarak, aslında artık giderek daha az ciddiye alınan bir söylemi tekrar etti ve bu savaşın otokrasilerle demokrasiler arasında bir savaş olduğunu söyledi. Bu söyleme dünyadaki çoğu insan artık, en azından, gülümseme ile yaklaşıyor. Ancak yine de, otokrasi-demokrasi savaşının esasında, hegemon güçler arasındaki savaşın vekaletini yürüten ülkeler (Ukrayna) ile hegemon güçler arasındaki (Rusya) bir savaş olduğunu anlatmaya çalışan az kişiye rastlarsınız genelde.
Ukrayna Savaşı, Bir Otokrasi-Demokrasi Savaşı Mı?
Bunun için önce Ukrayna’yı anlamaya çalışmak gerekiyor, çünkü bu çatışma özelinde Ukrayna üzerine yazılanlar, Rusya üzerine yazılanlara göre çok çok az. Çünkü, Ukrayna’yı tartışmaya başladığınız noktada “demokrasi” anlatısını rahatsız edecek birtakım sorunsallarla karşılaşmak çok olası görünüyor.
Ukrayna krizi aslında sonuçları hesaplanarak yaratılmış bir kriz, çünkü bu kriz Ukrayna tarihinde son on yılda iki sivil darbenin (burada darbe ifadesini kullanmak yanlış değil, çünkü Ukrayna’da seçilmiş hükümetler seçim dışı yollar ile iktidardan indirildi) ve yıkıcı bir iç savaşın ardından, mevcut Ukrayna yönetiminin vekil savaşçı rolünü oynamayı gönüllü olarak kabul etmesinin ardından geldi. Bu durum başlı başına, Rusya’nın 24 Şubat’ta başlayan işgalinden sonra özellikle Batılı hükümetlerin ve ana akım medyanın Ukrayna’ya verdiği ezici desteğin gerçekten Ukrayna halkına yönelik endişelerden mi, yoksa Avro-Atlantik güçlerinin siyasi çıkarlarının öncelenmesinden mi kaynaklanıyor sorusunu sormamıza neden oluyor.
İkinci açıklama kulağa daha mantıklı geliyor. Neden? Ukrayna’nın yakın tarihindeki gelişmelere bakıldığında seçilmiş hükümetlerin iki kez devrildiğini görüyoruz. Pek kimsenin konuşmak istemediği daha da can alıcı nokta, Rusya’ya göre daha kompleks bir şekilde gelişmiş olan oligarşik yapının, Ukrayna’da tahmin edilenden fazla güçlü olduğunu (Rus oligarklarla meşgul olunurken, Ukraynalı oligarklar unutuluyor çoğunlukla) ve bu oligarşik yapının neo-liberal ekonomi politikaları ile birleşince Ukrayna’yı son yirmi yılda nasıl Avrupa’nın en yolsuz ve en yoksul ülkesi haline getirdiği gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Hatırlanacağı üzere, “Turuncu Devrim” mottosuyla son derece popüler olan Ukrayna’daki darbelerin ilki 2004 yılında Batı destekli cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko seçimi kaybettiğinde gerçekleşmişti. Kasım 2004 seçimlerinin aslında galibi olan diğer aday Viktor Yanukoviç Rusya yanlısı olarak tasvir edilmiş ve Batılı ülkelerin çoğu sandıktan çıkan sonucu tanımayı reddetmişlerdi. Bunun üzerine, o dönem The Guardian gibi bir gazetede de açık açık yazıldığı üzere, ABD hükümetinin ciddi orandaki finansal desteği ile “Turuncu Devrim” gerçekleşmiş; Ukrayna Yüksek Mahkemesi Yanukoviç’in kazandığı seçimleri geçersiz sayarak tekrar ettirmiş ve tekrar edilen seçimlerin sonucunda “Batı yanlısı” Yuşçenko %51.9 oy oranı ile “Turuncu Devrim”in cumhurbaşkanı olmuştu.
Peki, bir sonraki seçimde sadece %5 oy alarak Ukrayna tarihinin en düşük desteğini alan lider olarak tarihe başka bir şekilde geçen Viktor Yuşçenko, iktidarda olduğu 2005-2010 döneminde neler yapmıştı? Ciddi bir kemer sıkma programı uygulamış, sosyal harcamaları azaltmış, oligarkların sahip olduğu büyük bankaları kurtarmış, Avrupa’nın en geniş tarım havzalarından birine sahip Ukrayna gibi bir ülkede tarımda planlama ve denetimi kaldırmış, ülkenin NATO üyeliğini dillendirmeye başlamış ve Rusçanın kamusal alanda konuşulması ve kullanılması üzerinde ciddi baskılar oluşturmuştu.
Beş yıllık bu Yuşçenko döneminin sonucunda, kaçınılmaz olarak, “Rusya yanlısı” Viktor Yanukoviç 2010 yılında iktidara geldi ancak 2014’te yine devrildi. Yanukoviç’in ikinci devriliş süreci daha ilgi çekicidir, çünkü, bugün bu savaş sürecinde çoğu insanın konuşmaktan imtina ettiği Ukrayna’daki aşırı sağ, neo-Nazi fraksiyonların güçlenmesinin ve karar alma mekanizmalarında etkin hale gelmelerinin önünü açmıştır. Bu sürece biraz daha detaylı bakalım.
“Rusya yanlısı” Viktor Yanukoviç’in devrilmesine giden olaylar 2013 sonlarında başladı. Yanukoviç’e karşı geliştirilen anti-demokratik sürecin belirleyici unsurları Yanukoviç’in Ukrayna’ya dayatılmaya çalışılan IMF programını kabul etmemesi ve Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşması’nı imzalamayı reddetmesi olmuştur. Bunun üzerine, 2004’teki sürece benzer bir süreç yaşandı ve herkesin hatırlayacağı 2013 Kasım’da başlayan, yaklaşık dört ay süren ve 2014 Şubat’ta Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesi ile sonuçlanan Maydan Olayları patlak verdi.
2014 sürecini 2004’ten farklı kılan en önemli nokta, Ukrayna siyasetinde daha önce hiç olmadığı kadar, aşırı milliyetçiliğin hâkim hale gelişinin önünü açmış olmasıdır. Ukrayna’da, birçok analistin tespit ettiği üzere, aşırı uçtaki Ukrayna milliyetçisi fraksiyonların bir koalisyonu olan Sağ Sektör (Pravyi Sektor) ve neo-Nazi kimliğini gizlemeyen bir siyasi oluşum olan Tüm Ukrayna Birliği-Özgürlük (Vseukrainske Obiednannia-Svoboda) gibi partiler Batılı ülkeler tarafından muhatap alınmaya başlandı. Örneğin, Amerikalı ünlü senatör John McCain Maydan isyancıları ile görüşmek için Kiev’e geldiğinde, bu aşırı uçtaki partilerin liderleri ile Ukrayna’nın geleceğini konuşmuştu.
2014’teki bu anti-demokratik değişim aşırı sağ grupların Ukrayna siyaseti, bürokrasisi ve ordusu üzerindeki etkisini artırmasının önünü açtı ve giderek artan bir şekilde Ukrayna’nın Rusya ile olan ilişkisini gerdi. Yönetimde etkin hale gelen aşırı sağ gruplar 2014’ten sonra açık bir şekilde, Yanukoviç’in demokratik olmayan yöntemlerle iktidardan uzaklaştırılmasına karşı olanları hedef almaya başladılar. Ukrayna’nın dört bir yanında Yanukoviç lehine yapılan sokak gösterileri bu aşırı sağ gruplar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
Mesela, Mayıs 2014’te Odessa’da yapılan Yanukoviç yanlısı bir gösteri oldukça kanlı bitti. Bu gösteriyi bastırmaya gelen aşırı sağ güçlerin olduğu Ukrayna ordusu birlikleri, göstericilerin sığındığı binayı ateşe vererek 48 kişinin diri diri yanarak ölmesine sebep oldular. Aslında, Ukrayna’da 2014-2019 arasındaki beş yıllık dönemde bir nevi bir iç savaş yaşanmıştır. Bu süreçte Kırım Ukrayna’dan ayrıldı ve Rusya ile birleşti. Diğer yandan, aşırı sağın güçlenmesine ve baskısına direnen doğudaki, Rusça konuşan nüfusun çoğunlukta olduğu, Donetsk ve Lugansk oblastları (oblast’ın tam Türkçe karşılığı özerk bölgeye göre nispeten daha az yetkiye sahip vilayet olarak düşünülebilir) ayaklanınca Donbass çatışmaları başladı.
Yanukoviç’in devrilmesinden sonra iktidara gelen Poroşenko hükümeti doğudaki isyanı bastırmak için Ukrayna ordusunun önemli bir yoğunluğunu Donbass’a gönderdi. Ancak, bu süreçte Ukrayna ordusu içerisinde Donbass’taki halk ile çatışmak istemeyen güçlerin azımsanmayacak derecede büyük olduğu ortaya çıktı ve Ukrayna ordusu Donbass’taki isyanın bastırılmasında başarısız oldu.
Bu gelişme önemlidir, çünkü, bunun üzerine Ukrayna’daki aşırı sağ güçlerin paramiliterleşme süreci başlamıştır. Ukrayna ordusunun Donbass’ta tereddütte olduğunu gören Sağ Sektör ve Svoboda partilerinin öncülüğündeki güçler bugün basında sıkça isimlerini duyduğumuz, Azak, Aydar, Dinyeper ve Tornado paramiliter taburlarını oluşturarak bunları Ukrayna ordusuna entegre ettiler. Bunun sonucunda Donbass’ta beş yıl süren bir iç savaş yaşandı ve Ukrayna hükümetinin verdiği resmi rakamlara göre 13 binden fazla insan hayatını kaybetti ve 28 binden fazla insan da yaralandı.
Ordu içerisinde bunlar olurken, Ukrayna’da aşırı sağın güçlenmesinin siyasi arenadaki yansıması ise geçmişteki Ukraynalı Nazi liderlerinin yüceltilmesi oldu. Örneğin, Poroşenko hükümeti II. Dünya Savaşı’nda binlerce Yahudi, Rus ve Polonyalının katledilmesini organize ettiği bilinen, Yahudi Soykırımı’na (Holokost) bilerek ve isteyerek katıldıkları tarihsel birer gerçeklik olan Stepan Bandera ve Roman Şukeviç[2] gibi oldukça sorunlu “Ukrayna kahramanları”nı resmi olarak onurlandırdı.
Ukrayna’nın bu derin bunalımlı yılları, Zelenski gibi bir komedyenin cumhurbaşkanı olmasının önünü açmıştır. Çünkü, gerek Donbass’ta yaşayan Rusça konuşan halk, gerekse de Ukrayna’nın diğer bölgelerindeki halk, aşırı sağ güçlerin baskısından, yolsuzluktan ve özellikle kırsalda ve az sanayileşmiş bölgelerde gittikçe derinleşen yoksulluktan bunalınca 2019’daki seçimlerde %73 oy oranı ile Zelenski’yi cumhurbaşkanı seçti.
Zelenski çok basitçe Ukrayna halkına barışı getireceğini vaat etmişti ve hatta “Ukrayna İçin Barış Platformu”nun öncülüğünü yaparak, ülkenin Rusça konuşulan doğu bölgelerinde seçim kampanyalarında halka Rusça hitap etmişti. Ancak, Zelenski’nin bu beş yıl içerisinde Ukrayna siyasetinde, bürokrasisinde, güvenlik güçlerinde ve ordusunda oldukça güçlenen aşırı milliyetçi fraksiyonları hafife almış olabileceği ihtimali gerçek gibi görünüyor. Çünkü, Zelenski cumhurbaşkanı olduktan sonra seçim sürecinde vaat ettiklerinin tam tersi bir yön izleyerek, aşırı sağın sadakatine daha çok önem vermeyi tercih etti ve Donbass’taki savaşı desteklemeye devam etti. Bunun sonucunda, Donbass’taki gerilim arttı ve bugünkü savaşın temel nedenlerinden bir tanesini oluşturdu.
Bütün bunlar göz önüne alındığında (bu savaşa özellikle Türkiye açısından baktığımızda Türklerin taraf olması oldukça anlamsızdır) Ukrayna’ya olan ana akım medya desteğinin (ancak, masum Ukraynalı sivillerin hayatlarını kaybettikleri bir çatışmada detayları doğal olarak önemsemeyen her insanın Ukrayna’nın yanında olması da anlaşılabilirdir) Avro-Atlantik güçlerinin Ukrayna ordusunu ve Ukrayna’nın sivil nüfusunu siyasi bir düşmanla bir vekalet savaşında maalesef “yem” olarak kullanmakta olabilecekleri gibi korkutucu bir ihtimal ile karşı karşıya kalıyoruz.
Ya da soruyu daha üzücü bir şekilde şöyle soralım: Ya günün birinde, ABD ve Avrupalı müttefiklerinin Rusya’yı tamamen zayıflatmak için son Ukraynalıya kadar bu savaşın sürmesini göze almış olabilecekleri olasılığı yüzümüze çarparsa o zaman nasıl bir tavır sergileyeceğiz? Bu soruya kendi içimizde vereceğimiz cevap aslında Ukrayna’daki savaşta hangi noktada durduğumuzu kendimize itiraf etmemizi sağlayacaktır.
Dr. Barış Hasan 29.03.2022
Notlar:
[1] Bu yazıda, 14 Mart 2022 tarihinde multipolarista.com internet sitesinde Yuliy Dubovyk tarafından yayınlanan “Ukrainian leftist criticizes Western war drive with Russia: US is using Ukraine as ‘cannon fodder’” başlıklı makalede aktarılan bilgiler referans alınmıştır.
[2] Stepan Bandera ve Roman Şukeviç hakkında detaylı bilgiler içeren yeni İngilizce araştırmalar için bkz. Grzegorz Rossoliński-Liebe, Stepan Bandera: The Life and Afterlife of a Ukrainian Nationalist: Fascism, Genocide, and Cult, Stuttgart: Ibidem Press, 2014; Per Anders Rudling, “The Cult of Roman Shukhevych in Ukraine: Myth Making with Complications”, Journal of Comparative Fascist Studies, No. 5 (2016): ss. 26-65.