İçerikte Neler Var?
Ukrayna: Küresel Güçlerin Çatışma Alanı
Dr. Barış Hasan
Son dönemde uluslararası gündemin en sıcak konusu olan Ukrayna gerilimini anlamaya çalışırken, küresel ölçekte Rusya ile NATO (aslında NATO’dan ABD’yi anlarsak abartmış olmayız ama yine de NATO ittifakı üzerinden okuyalım) arasındaki gerilimi göz önünde bulundurmazsak birçok şey eksik kalır. O yüzden, Rusya-NATO geriliminin Ukrayna’daki krizi nasıl ürettiğini açıklamaya çalışalım.
NATO, 2016’daki Varşova Zirvesi’nden sonra oluşturmaya başladığı Enhanced Forward Presence (Güçlendirilmiş İleri Kuvvet) ile Rusya’yı çevreleme (containment) stratejisi izlemeye başladı ve bu strateji olası bir NATO-Rusya çatışması için geniş çaplı hazırlığın aşamalarından oluşuyor.
Bu kuvvet, dört taburdan oluşan çok uluslu bir muharebe gücünden oluşuyor ve bu muharebe gücünü oluşturan dört tabur post-Sovyet coğrafyasında Rusya’ya Batı’dan doğrudan bir tehdit algısı oluşturacak şekilde Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’da konuşlandırılmış durumda. Şimdi, Rusya’nın NATO’yu bir tehdit olarak algılamaya başlamasının ana nedeni olan bu çevrelemeyi kuzeyden-güneye ve doğuya doğru bir yolculuk yaparak görmeye ve en sonunda da Ukrayna geriliminin çıkış noktasını anlamaya çalışalım.
Estonya: Estonya’daki Amari Hava Üssü, 2014’ten bu yana NATO’nun Baltık Hava Kuvveti’ne tahsis edilmiş durumda, 2016’dan itibaren de Güçlendirilmiş İleri Kuvvet’e tahsis edildi ve burada İngiltere’nin komutasında Fransız hava unsurlarının yanı sıra, American Operation Atlantic Resolve’den gelen hava unsurları konuşlanıyor.
Letonya: Letonya’daki Lielvarde Hava Üssü’nde Kanada’nın komutasında dokuz NATO ülkesinin askeri unsurlarından oluşan Güçlendirilmiş İleri Kuvvet’in bir başka parçası bulunuyor. Letonya hükümetinin en son 2021’de NATO’dan talebi üzerine kalıcı olacak bir Amerikan askeri varlığının da Letonya’ya yerleşmesi planlanıyor.
Litvanya: Siauliai Hava Üssü’nde yine NATO Güçlendirilmiş İleri Kuvveti’nin parçası olarak Almanya’nın komutasında NATO hava unsurları konuşlanmış durumda.
Polonya: Polonya, NATO’nun ve ABD’nin en yoğun tahkimat yaptığı ülke durumunda. Polonya’da hava ve kara unsurlarının konuşlandığı üç NATO üssü var, ayrıca yine hava ve kara unsurlarının konuşlandığı doğrudan ABD’ye tahsis edilmiş beş Amerikan askeri üssü bulunuyor.
Slovakya: ABD, daha çok yakında Slovakya ile ülkedeki tüm askeri hava üslerini, NATO’dan ayrı olarak, ABD’nin kullanımına açan bir anlaşma imzaladı. Anlaşma Slovakya Parlamentosu tarafından da onaylandı. Yakın zamanda muharip Amerikan hava unsurlarının Slovakya’ya konuşlanmaya başlaması bekleniyor.
Buradan sonra araya Belarus ve Ukrayna giriyor. NATO (aslında ABD) Belarus’a etki edemiyor, Ukrayna’ya da Rus tepkisinden dolayı doğrudan askeri güç konuşlandıramıyor. Tam burada “hibrit savaş”ın ne olduğuna kısaca bir göz atmakta fayda var. Çünkü NATO (ABD) etki edemediği ve direkt konuşlanamadığı Belarus ve Ukrayna’da (en son olarak da Kazakistan’da) hibrit savaş stratejisi izliyor.
Literatürde tartışmalar olsa da, genel yaklaşıma göre, hibrit savaş, bir ülkede sivil unsurların kullanılarak rejim değişikliği hedefine yönelik iki yönlü strateji içeren modern bir savaş yöntemi. Bu stratejilerden birincisi, sivil toplum kuruluşlarının (STK) hükümetlere karşı organize protestoları örgütlemesinin sağlanması; ikincisi de, provokatörler aracılığı ile sivil unsurları, yani şu veya bu sebeple hükümetlere tepkili vatandaşları, silahlandırarak savaşın ülkenin sokaklarına yayılması. Daha detayı askeri strateji uzmanlarının alanı, biz haddimizi bilerek burada duralım, olayın siyasi ve jeopolitik yönlerine odaklanalım.
Hibrit savaş sürecinde, birinci olarak, Belarus, Ukrayna gibi ülkelerde gördüğümüz ve son olarak Kazakistan’daki olaylarda karşımıza çıkan, çoğunlukla ABD menşeli kaynaklar tarafından desteklenen STK’lar görevdeki hükümetlere karşı büyük protestoları teşvik ediyor. İkincisi, silahlı provokatörler protestoları kinetik saldırılar düzenlemek için siper olarak kullanıyorlar ve bu şekilde ciddi çatışmaların ve istikrarsızlıkların önü açılıyor.
Bu hibrit savaş stratejisinin uygulamasında ise, tüm dünyaca bilinen Amerikan National Endowment for Democracy (NED) isimli kuruluş önemli bir rol oynuyor. NED’in CIA’in misyonunun bir kısmını devraldığı bilinen bir durumdur. 1986’da, NED’in kurucusu Carl Gershman, NED’in kuruluşunu “dünyadaki demokratik grupların CIA tarafından sübvanse edildiğini görmek korkunç olurdu” sözleriyle açıklamıştı. Yine, 1991’de NED Başkanı Allen Weinstein “bugün yaptığımız şeylerin çoğu 25 yıl önce CIA tarafından gizlice yapılıyordu” şeklinde açıklamalar yapmaktan çekinmiyordu.
Kısacası, bugün Rusya’nın çevresindeki ülkelerdeki “demokratik” hareketlerin CIA yerine NED veya onunla ilişkili kuruluşlar tarafından desteklendiğini iddia etmek artık komplo teorisi olmaktan çıkmış durumda. NED’in “demokratik” hareketlere desteği sanıldığının aksine gizli bilgiler de değil. İnternette basit bir araştırma ile çeşitli ülkelerdeki siyasi hareketlerin NED ile finansal bağlantılarına ilişkin bilgilere ulaşılabiliyor. Çünkü, NED gizli bir istihbarat faaliyeti yürütmüyor, aksine, açıktan (kuvvetle muhtemel küresel anlamda Amerikan hegemonyasının bir enstrümanı olduğunun karşı taraflarca bilinmesi amacıyla, ki bu bir başka ifadeyle açık tehdit aracı olduğu anlamına gelir ve karşı tarafın bilmesi özellikle istenir) belirli ülkelerde pro-Amerikan olmayan hükümetlerin devrilmesi amacıyla faaliyet yürüten grupları destekliyor. Çünkü, CIA gibi bir istihbarat örgütüyle gizlice faaliyet yürütmek yerine NED aracılığıyla açıktan açığa faaliyet göstermenin geri tepme riski ve bunun maliyeti nispeten daha az. Örneğin, Kazakistan’daki olayların başlamasından önce, 2021 yılı içerisinde, NED tarafından ülkedeki çeşitli STK’lara 1 milyon Dolar’dan fazla kaynak aktarıldığı ve bu kaynakların Kazak hükümetine karşı yapılan halkla ilişkiler kampanyalarına ve hükümet karşıtı protestocuların eğitimine harcandığı gibi bilgiler açık kaynaklarda mevcut. Yani NED, Kazakistan’da kinetik operasyonları içeren “hibrit savaş”ın silahlı olmayan parçası durumunda.
Bütün bu noktalar birleştirildiğinde Moskova’daki yönetici elitin kafasında bir çevreleme haritasının şekillenmesi kaçınılmaz hale geliyor. Bu harita Moskova’da, batısından (Baltıklardan Karadeniz’e uzanan hat) NATO/ABD askeri güçleri ile kuşatılmış, güneybatısı ve güneyinden (Belarus-Ukrayna-Kafkaslar ve Kazakistan’a uzanan hat) istikrarsızlık ve hükümet değişiklikleriyle kendisine düşman hale getirilmeye çalışılan ülkeler zinciri ile sürekli tehdit edilen/meşgul edilen bir Rusya haritası olarak şekilleniyor.
Moskova, ABD/NATO’nun bu haritanın taşlarını döşemeye Ukrayna’da 2014’te Rus yanlısı hükümeti devirerek başladığına, sonrasında Rusya’nın Belarus’taki ve Kazakistan’daki müttefiklerini devirmek için aynı stratejiyi başarısız bir şekilde uygulamaya çalıştığına inanıyor. Ukrayna ise bu stratejideki jeopolitik zincirin kilitlendiği kritik nokta. İşte Ukrayna krizinin bugüne gelmesinin ardındaki temel mantık tam da bu: ABD/NATO Rusya’yı çevreleyen jeopolitik zincire Ukrayna’da sağlam bir kilit atmak isterken, Rusya bu kilidin atılmasına engel olmaya çalışıyor. Çünkü, engel olamazsa “ayı” kafese kilitlenmiş olacak!
[…] AB ile Rusya arasında ‘dans ediyor’. Ancak, bu ekonomik nedenlerin yanında Macaristan’ın Ukrayna krizinde tarafsız kalmaya çalışmasının ve Ukrayna’ya yapılması planlanan AB […]